Türk sinemasını diğer sinemalardan ayıran bir unsur da aşk konusuyla çok içli dışlı bir yapı içerisinde olmasıdır. Ana konunun aşk olması bir yana, neredeyse yan konularda bile kadın erkek ilişkisi yoğun bir biçimde işlenmektedir. Bu ilişkilerde yoğun olarak melankolik bir yaklaşım ele alınmaktadır. Arabesk kültürünün kendisini yoğun olarak hissettirdiği Türk Film Endüstrisinde neredeyse aşk dışında hiçbir konu işlenmemektedir.
Biraz acımasız olsa da, bu eleştirinin karşılığı çok yoğun bir biçimde Türk Sineması’nda gözlemlenmektedir. İşlediği ana konu ne kadar farklı olursa olsun, o işlenen konu mutlaka bir aşk eksenine oturtulmaktadır. Yoğun bir arabesk kültürü varlığının hissedildiği yapımlarda, melankoli, kendini acındırma gibi duygular üzerine oynanmaktadır. Genelde anti kahraman ekseninde geçen filmler izleyenleri üzecek bir yapı üzerinde tasarlanmışlardır.
Elbette film yapımcıları filmleri bu şekilde laf olsun diye çekmiyorlar. Toplumsal olarak bizde bu aşk seviciliği kavramının bir karşılığı bulunuyor. Melankoliden, acınmaktan zevk alıyoruz. Dizilerimizin tümünde aşk muhabbeti yok mudur zaten? Fatih filminde bile, İstanbul’un fethi anlatılırken oraya bile gereksiz aşk muhabbetleri sokulmadı mı? Neden? Çünkü izleyici öyle istiyor! Başka açıklaması yok bunun, topluma göre ürün. Buradaki nokta talebe göre arzın üretilmesinden geçmekte.